MANSURELSABAH MANSUR EL SABAH
  MANSUR ELSABAH SÖYLEŞİ
 
Radyonun İçindeki Adam Söyleşi'de

Tarih : 23 Kasım 2009 Pazartesi
Kaynak : RADYOCUYUZ.COM

Alem FM’in ilk yayıncısı, radyoya gönül vermiş, ilkelerini ilk günden bu zamana korumayı başarmış, gerçekleri anlatmak için kuşandığı mikrofonunu yıllardır başarıyla ve ustalıkla kullanarak hala radyo dinleyicilerinin ilk tercihleri arasında yer alan bir fenomen Mansur El Sabah’tan söz ediyoruz. Özel radyonun tarihinde mutlaka ilk aklımıza gelen isimlerdendir, Radyonun İçindeki Adam ve Tüketim Cumhuriyeti isimli iki kitabın sahibi, televizyon programlarıyla izleyiciyi ekrana bağlamayı da bilen bir televizyoncu. Farklı yönleriyle tanıdığımız Mansur El Sabah’la Alem FM’de buluştuk ve radyoculuk hakkında sohbet ettik.

Röportaj: Erkut Aktaş
erkut.aktas@radyocuyuz.com

Tarz ve üslup olarak kimseye benzemiyorsunuz program konsepti nasıl oluştu?
Kriterler tamamen doğaçlama oluştu. 1993 yılında Mehmet Ali Ilıcak çağırdığın da ben o sıralar Aziz Üstel’in Star Televizyonu’ndaki programına metin yazarlığı yapıyordum. Komedi skeçleri yazıyordum.  “Mansur Alem FM’i kuruyoruz, programlara bir el at, nasıl sıra dışı bir şey hazırlayabiliriz” diye söylediler. Benim zaten yetenek olarak alt yapımda tiplemeler, şiveli konuşmalar vardı. Dedik ki; sabah sabah insanlara bir uyandırma operasyonu yapalım. İnsanların gözlerinin açılmış olması değil, sadece beyinsel uyanışla bazı olayları farkında olmaya çağıralım, beraberinde mizahla da süsleyelim.

Benim tiplemelerimle sabah yayınlarının enerjisi birleşince Mansur El Sabah radyonun ilk gününden itibaren kendi tarzında programa başlamış oldu. Ben kimsenin peşinden gitmem, benim peşimden gelen olursa olabilir, olmasa bile söylediğim gibi ben yönüme istikametime gitmeye devam ederim.  Bu işe başladığım da bu tarz program yoktu. Daha sonra bir takım ulusal radyolarda kısmen de olsa bana benzemeye çalışanlar oldu. Tiplemeler yapanlar var, tipleme yapamayanlarsa yanına birkaç arkadaş alarak ya “N’ber, Canım Türkiyem” gibi şeyler söyleyerek çıkmaya başladılar. Hatta öyle dereceye geldik ki Anadolu da Mansur El Sabah Show diye programlar var. Mansur El Gece diye gece saatinde benim tarzımda program yapan arkadaşlar var. Asıl olduğum için elbette ki bunların olması hoşuma gitti ama netice itibariyle tarzımız her hangi bir taktiğin peşinden gitmediği için şahsına münhasır bir programdır.

Yıllar, nasıl değirmen taşını bile değiştiriyorsa beni de değiştirdi, geliştirdi. Tabi ki yolumuz ve yönümüz aynı. Ama zamanın getirmiş olduğu yenilikleri de kullanıyoruz. Kısa mesaj yoktu, mail yoktu, internet sitesi yoktu, şimdi interaktif yayıncılık gereği bunları da yayına katıyoruz. Programımda eskinin tadı var ama yeninin de dinamizmi var.

Show programı yapıyorsun, “Radyo Showman”inin tanımını yapar mısın?
Showman gösteri adamı, gösteren kişi demektir. Biz bir şeyleri göstermiyoruz ama hayal dünyamızda canlandırarak istediğimiz bir şeyi düşünsel olarak gösteriyoruz. Normalde show dediğimizde seyretmek fiili çıkıyor ortaya. Bir şeyler göstereceğiz ki seyredilebilsin. Biz bunu insanın hayal dünyasında canlandırıyoruz. Mesela; bir skeç yayınladığımız da arabasında giden veya evinde dinleyen kişi onu kafasında canlandırıyor. TRT’de arkası yarın programını izleyemiyorduk ama kafamızda canlandırıyorduk.

Bazı şeyler de var ki gördüğümüz zaman onun hayalide bozulabiliyor burada esas olan radyo showu dediğimiz kısmı “beyinsel bir gösterim” yani. Doğruda kıyafete makyaja bakmadan sıfatların üstünde bir gösterim olmuş olduğudur. Mühim olan şey bizim anlatmak istediğimizin beyinlerdeki gösterimi. Yoksa showmanin tanımı şarkı söyleyen, dans edebilen, tiyatral kabiliyeti olan, sunuculuk yapabilen, yeri geldiğinde karografiye uyabilen kişi demektir. Çok kapsamlı bir iştir. Türkiye de ay ay ay… oy oy oy… diye bağıran kişide muhteşem bir showman olarak addediliyor. Radyonun İçindeki Adam kitabımda her ne kadar üzerime bir vazife düşmese de bunları açıklamak zorunda kaldım. Diskjokey ne demek? Radyo programcısı ne demek?  Bunlar çok karıştı. Hiç unutmadığım bir olayı anlatayım; bir radyoyu ziyarete gittiğimde radyonun içindeki elemanların çoğu nasıl söyleyeyim( kimseyi de kırmak istemem) kokteyl erkek dediğimiz (hani kırıtarak konuşuyorlar ya) bana “sen dj misin” dedi. Bende hayır, radyo program yapımcısı ve sunucusuyum dediğimde dakikalarca suratıma bakmıştı.

Bir tanıdık vasıtasıyla ya da bir şekilde mikrofon başına geçmiş hasbelkader diyoruz ya kader sürüklemiş radyoya gelmiş ben dj’im diye bağırıyor. Ben 15 yıldır radyo program yapımcısı ve sunucusu olarak hala bu işi öğrenmeye çalışıyorum tevazusunda olmayı yeğliyorum. Çünkü bir insan ben bu işi örgendim, tamam oldum, piştim, ben falancayım dediğinde ayvayı yemiş demektir. Herkes o kadar değişik bir değer ki, Allah hepimizi öyle farklı yeteneklerle donatmış ki, herkes içindeki beni bulsa.. hani yunus emre diyor ya “bir ben var benden içeri”. Ben bulabildiğim kadar Mansur El Sabah oldum. Daha bulabilsem neler çıkacak merak ediyorum.

Mansur El Sabah radyoyu değerlendirdiğinde geçmişten bu güne neler değişti?
1993 yılında özel radyolar kuruldu. 1992 yılında özel radyonun temelleri atıldı. Müteşebbis arkadaşlar başvuruda bulundular. 1993 yılında bizim Alem FM kuruldu. Kasım ayında kuruldu fakat, vericilerin gelmesi, teknik alt yapının oluşturulması, programcıların bulunması gibi unsurlarla 14 Ocak 1994 yılında yayına başladı. Sabah yayınıyla ilk olarak ben açtım yayını. İlklerin adamı olduğum için doğru kişiye soruyorsunuz bu soruyu. Öncelikle radyonun televizyon kadar dejenerasyona uğramadığını belirtmek isterim. Kitabımda da belirttiğim gibi ben 3 bin tane irili ufaklı radyolarda çalışmış arkadaşa rastladım. Şöyle bir düşündüğümüzde bunların yine en az 1500’ü “sırf bir yerlere geleyim de radyoculuğu deneyim”, “Beyazıt Öztürk radyocuydu şimdi ünlü parayı götürüyor”, “Okan Bayülgen yine radyoyla başladı” sanıyorlar ki bu kişilerin kaderlerinde kısa bir sürenin ardından uzunca bir süre televizyon ve servet geliyor. Öyle düşünüyorlar, radyoyla başlarız ve devamı gelir gibi…

Bir gün benim önümü birisi kesti dedi ki; “senden yetenekli biri var”, (sanki benden yetenekli yok demişim gibi) nedir dedim özelliği, tanışmak isterim. Dedi ki; 4 harfi söyleyemiyor. Beyaz ‘’R’’ harfini söyleyemiyor ya, O buralara geldiyse bizde 4 tane var 4 katı olması lazım. Hem yetenek, hem servet olarak böyle basit bir düşünceye girmişti ne yazık ki. Halkımızda radyo programlarımda eleştirdiğim gibi bu basit düşünce var. Ama hak etmediği halde insan bir yerlere gelebilir ancak aklı ve yeteneği onu bu yerde tutabilir, başarılı kılabilir.

Ben radyoya başladığım da kasetleri kalemle çevirerek cıngıl tanıtım yapmaya çalışıyorduk. Hem maddi hem manevi olarak çok zorluklar yaşadık. Radyoda televizyona göre çok büyük değişiklikler olmadı. Bana diyorlar ki “sen radyocusun, neden televizyondan konuşuyorsun?” televizyonda radyonun görüntülü halidir. İşin içine görüntü girdiğinde dejenerasyonun daha fazla olduğu kanaatindeyim. Çabuk tüketiliyor. Çünkü ben 26 bölüm televizyon programı da yaptım, yerel televizyonlara programlar gönderdim. Ekrana çıktığınız zaman yok şunu deme, şöyle görün, bunu giyme, konuğun geldi aman konuğun kıyafeti.. bu gibi unsurlar bizim gibi düşünen insanlar için çok rahat verici bir şey değil. Radyo halen Türkiye’de güvenilirlik bakımından, bence ön sırada olan bir kavramdır.

Son dönemde radyolarda format yayıncılığı furyası devam ediyor ne dersin?
Bizim radyomuz böyle bir radyo değil. Hani ben konuşmaya başladığımda bu hastalık herkese mi bulaştı bilemiyorum ama bizim radyomuz daha çok düşünceye, konuşmaya dayalı “ama boş konuşma değil” tabii ki,  bende bunu çok seviyorum. İnşallah burası öyle olmaz çok kısa bir süre yönetim değişikliğin de ara boşlukta böyle bir şey bize de geldi. Ona tek uymayan kişi ben oldum. Dediler ki on beş saniye konuşacaksınız, kesinlikle böyle bir şey yapmayacağımı söyledim “yapacaksın” dediler, rapor tutturdular (kaç saniye konuştuğumla alakalı) ben 45 saniye, 2 dakika, 4,5 dakika gibi birbiriyle asla uymayan konuşmalar yaptığımı rapor olarak verdim ve yöneticimde bravo dedi. Mansur konuştu ama boş konuşmadığı için araları hakkıyla doldurdu fakat sizler on beş saniyeye kendinizi hapsettiniz.

Hani Süleyman Demirel diyor ya “şapkayı alır giderim” bende çantamı alır giderdim. Çünkü radyoculuk bir şeylerin canlandırılması demek yoksa gidip kaseti, CD’yi alıp baştan sona dinleyebiliyorsun.

Format yayıncılığı yapan radyolar, sadece müzik çalan radyolar müziği de harcıyorlar sürekli aynı şarkılar çalınıyor bu ticarete metaya yöneltiyor insanı, artık çaldığın şarkıdan da para alır hale geliyorsun ki her şeyde olduğu gibi sanatın da içini bozan, medyanın da içini bozan bir hal alıyor durum. Hatırlayalım bir müzik kanalı nasıl başlamıştı yayın hayatına, müzik çalacak diye ama o kadar talep gördü ki prodüktörlerden şimdi 25 bin 30 bin doları vermeden klipin dönmüyor halbuki bu kanallara klip verilmezse kanal yayın yapamaz sen kanala hem malzeme veriyorsun üstüne bir de para veriyorsun müziği meta haline getiriyorsun. Konumuz radyo olduğu için söylüyorum dakika başı aynı şarkıların çalınması ürünleri çok çabuk yok etti. Halbuki dağarcığımız ne kadar geniş geçmişten bu güne yerli şarkıları düşünelim, yabancı sözlü şarkıları düşünelim ama ne oluyor prodüktör yeni albüm çıkarttı diye parayı bastırıyor kuruluşta aynı şarkıları döndürüp duruyor. Hep aynı şarkıları dinlemek mi güzel yoksa geçmişten bu güne radyoda insanlara bir şeyler anlatıp bu şarkıları arada harmanlayarak yayın mı yapmak güzel? Bunu her zaman olduğu gibi dinleyici karar verecek ama görünen o ki sözünü ettiğimiz radyolar zırt-pırt sahip değiştirmiş, yönetici değiştirmiş, format değiştirmiş, yapımcılarını değiştirmiş ama bizim gibi radyolara baktığınızda çok fazla dokusuyla oynanmadığını görüyoruz. Demek ki; halkımızda kendisine program yapan akabinde doğru düzgün müzik çalan radyoları tercih ediyor.

Sizce radyonun misyonu nedir? Sadece müzik çalmak mı, eğlendirmek mi?
Bu konuda ki otorite Radyo Televizyon Üst Kurulu, orda böyle bir kayıt yok. Yeter ki çalan şarkılar milli bütünlüğümüzü bozacak ya da ahlaka aykırı şeyler olmadığı sürece hem konuşmanın hem de müziğin bir sınırı konulmuş durumda değil yasa dışı bir şeyler konuşulup çalınmasın yeter ki.

Ama benim kanaatimce bir radyo konuşmalı ve bir şeyler söylemeli sadece müzik kutusu olmamalı, müzikbox,  jinglebox gibi şeyler vardı hatırlarsınız eski filmlerden de hatırlıyoruz. Demir parayı attığınız zaman istediğiniz kadar şarkı çalardı yani ben radyonun bastır parayı çalsın istediğin şarkıyı gibi olmasına karşıyım. Çokta uzun konuşmamalı çok uzun konuşanlarda var, benim programımı dinleyenler bilirler konu gerçekten uzunsa uzun konuşurum konu kısa ise şimdi bir şarkı dinleyelim derim ki benim programım da müzik çalma zorunluluğu yoktur. Ona rağmen müzik çalarım çünkü Nietzsche’nin dediği gibi “müziksiz hayat hatadır”. Dozaj çok önemli, dolayısıyla bunun kararını ben veremem her zaman olduğu gibi halkımız yani dinleyenler topluluğu karar verecek.

90 yıllara göre Türkiye’de radyocu yetişmiyor görüşüne katılıyor musunuz?
Soru için öncelikle tebrik ediyorum. Çünkü bizden sonraki gelecek nesle bizim bir şeyler anlatmamız lazım. Şimdi güzel bir söz vardır “çırak olmadan usta olunmaz” diye. Günümüzde etrafa baktığımızda herkesin bir yerlere hemen gelmek istediğini görüyoruz. Hâlbuki bazı şeyler sabırla olur. Bir yemek dahi pişirilirken sabredilmesi gerekir (annelerimiz nasıl yemek yapardı; sabahtan veya öğlen saatinde konulurdu yemek ocağa, akşama kadar kısık ateşte yavaş yavaş yemek hazırlanırdı). Şimdi, nasıl yapıyoruz adamla kadın eve geliyor mikrodalganın içine torbada alınmış ürünleri GDO’lu GDO’suz atıyor beş dakika sonra şoklaşmış bir şekilde çıkıyor. Bunların zararını biliyoruz örneği de bunun için veriyorum şimdi her şey çok çabuk olsun istiyoruz.

Benim meslekte 15 inci yılım ilk beş yılını çıraklık, ikinci beş yılını kalfalık diye nitelersem biz hala usta olma yolunda ilerliyoruz. Bana usta diyorlar (master diyorlar), yıldızsın diyorlar, insanların bize taktığı benimde hoşuma giden onurumuzu okşayan gururumuzu yücelten şeyler ama ben her zaman ustalık yolunda olduğumu iddia edeceğim yinede hiçbir zaman ben ustayım demeyeceğim.

Günümüz gençliğinde her sektör de olduğu gibi bu hastalık mevcut aman şu araba hemen benim olsun benim programım üç hafta sonra tüm Türkiye’de konuşulsun ya da hemen şarkıcı olayımda yıllardır bu işi yapan saz çalan klarnet üfleyen enayiliğine doymasın. Ben üç haftada bir albüm yapayımda parayı da vurayım, en güzel hatunla ben görüneyim, en zengin adamı ben kapayım gibi basit düşünceler ne yazık ki radyoculuğa da bulaştı. Bakıyorum insanlar Mansur ağabey diye etrafım da dönüyor. Diyorlar ki; “yeter ki bana radyoyu öğret” ama daha ikinci günde sıkılıyor, üçüncü gün diyor ki “ağabey ben senden sonra program yapsam olmaz mı?”, “ben burada bir şey olamayacağım televizyon yok mu? Ben buradan oraya zıplasam” bu acelecilik ne olacağım deliliği tabi daha sonra ne oldum deliliğine dönüşüyor. Radyoculukta da ne yazık ki durum budur. Onun için pişemiyor değerler bir şeyleri öğrenemiyor.

Ben mesela her gün gazeteleri okuyorum her gün kitap okuyorum hala eksikliğim olduğunun farkındayım adam 3 haftada bu işin ustası olmak istiyor, isim olmak istiyor velev ki bir takım gazlarla adından çok kısada olsa söz ettirenler oluyor ama tutunamıyorlar ve gidiyorlar onun için her işte olduğu gibi hemen ben oldum diye bir şey yok sabır, yavaş, yavaş…

Radyodaki Mansur el sabahla gerçek hayattaki Mansur arasında ne farklar var?
Benim yakınımda duygusal olmayan insanlara beni soracak olursanız radyoda ne anlatıyorsam çıktıktan sonrada beş mislisiyim. Neticede kamu yayıncılığı yapıyorsunuz konuşma sınırınız bir yere kadar RTÜK var. Aslında Mevlana’nın dediği gibi “en çok söylemek istediklerim, söyleyemediklerimdir” yayında da söylenmedik şey bırakmak istemiyorum. Ama sınır ebetteki var  .

Yönetimimize çok teşekkür ediyorum. Bazen diyorum ki; ileri gidersem uyarın daha dikkatli olayım radyomuza zarar vermeyelim. 15 yıldır vermediğim gibi fakat yok diyorlar sen bu yolda devam et emin olun içerdeki ve dışarıdaki Mansur’un aynı olduğunu ilk ağız olarak benden duyun hatta dahasıyım.

Geçen gün sokakta bir adam gördüm, zerzevat satıyor havada yağmurlu ıslanıyor hiç üzerime vazife olmadığı halde kardeşim dedim bir şapka taksana şimdi muhaliflik mi bu? Hayır, iyilik. Hükümet bir karar alıyor boşu boşuna Türkiye’yi oyalıyor abuk sabuk gündem değişiyor. Bunları Türk istikbalinin bir evladı olarak anlattığımızda muhalif mi oluyoruz Allah aşkına. Muhalif demek; ne söylersen tersini konuşur adam ona muhalif denir ama biz bir yönetici hükümet veya başka birisi güzel bir iş yaptığında da evet bu güzel bravo diyoruz. Ama güzel bir şey yaptı diye de biz bir daha buna kötü diyemeyiz dangalaklığına da asla düşmüyoruz. İnanın ben dışarıda yaşadığım Mansur’un takdimini yapıyorum radyoda, programın tutmasının sebebi de budur (samimiyet!).  Geçen gün bana bir mesaj geldi sizin söylediklerinizin hiç birine katılmıyorum ama sizi çok seviyorum diyor. Bunun Türkçesi şudur insanlar gerçekleri çok kolay kabul edemez bir şurup düşünün çok yararlı fakat ağza geldiğinde dildeki bütün hücreler değişir suratlar ekşir ama biliyoruz ki metabolizmamız için bu yararlıdır. Evet, ben bunu isteyerek içmiyorum ama netice olarak bu benim faydam içindir dinleyicide biliyor. Her ne kadar bazen işine gelmese de. Ülkemizdeki insanlar çok partizan takımcı taklavatçı bir futbol maçı bile bir haftada bütün kardeşleri birbirine düşürebiliyor. Ben çıkıp bunu konuşuyorum. Amacımız bu insanların duymadığını duyurmak, bilmediğini bildirmek.

TV zaman zaman radyo aşkının üzerine geçti mi?
Asla ve katha. Ben tam gerçekçi biriyim mesela sizin için sevgiliniz mi yoksa onun resmimi daha değerlidir? Türk filmlerinde Türkan Şoray’ın resmine bakar Ediz Hun, yanına geldiğindeyse “defol” der. “Ben seni değil, resmini sevdim” yani hayaline âşıktır. Biz hayaldekini değil gerçekteki kişiyi severiz resme o kadar önem vermeyiz cisme de. Onun ruhuna bakarız. Televizyon bizim için bir resimdir. İnşallah televizyon yayıncılığı da radyo yayıncılığı gibi samimi bir platforma gelirse, bize de kucak açan bir yer olursa seve seve program yapacağım.

Diğer basın organları radyoya sahip çıkmıyor mu?
O sahiplenmeyenler tıpış tıpış bir süre sonra radyoya telefonla veya sabah programlarına konuk olarak katıldılar radyonun gücüne inanmayanlar söz bile etmeyenler sabahları radyolarda gazete okumaya başladılar. Çağırıldıklarında koşa koşa gelmeye başladılar. Radyonun varlığını ve gücünü görmezden gelemezsiniz. Öyle yapanlar, kıskananlar oldu. Nedeni de anında halka ulaşan bir vasıta radyo. Gazetede yazıyı yazdınız patrondan geçecek editörden onaydan geçecek izin verilecek yayınlanacak. Bir kan anonsunu böyle yapın bakalım ya da bir televizyonda kan anonsu verin tanıdık sokmanız gerekecek yayın yönetmenine sorulacak araştırması yapılacak ve alttan bir bant geçecek. Ama radyoda bir telefon veya faks geldiğinde hemen işleme geçiyoruz bu hızlı işleyiş birçok kişi tarafından kıskanıldı gazetecisi de, televizyoncusu da kıskandı.

En son TRT televizyonun da Tayfun Talipoğlu’nun programına katıldığım da dedim ki; “bizi radyo günlerinde, kuruluş yıldönümünde, 6 Mayısta çağırmayın. Radyocuları demokratik açılım konusunda çağırın konuşalım. Biz her gün radyoyu konuşmuyoruz ki. Hatta biz hiç radyoyu konuşmuyoruz. Zaten içindeyiz, bizi diğer konularda da çağırın bir gazeteci çağırdın diyelim bir radyocu çağır, bir televizyoncu çağır, bir profesör çağır, tarihçi çağır konu ne olursa olsun bizde gelelim fikrimizi beyan edelim biz bu donanıma sahip insanlarız. Haddimizce fikirlerimizi gelip konuşuruz biz radyo da her konuyu konuşuyoruz. Bir bakıyorsunuz açık oturum programların da her meslek dalından insan olabiliyor ama bir radyocu çağırılmıyor. Ya radyoyu bilmiyor bu kişiler ya da haberleri yok bu kadar usta programcı olduğundan ya da radyocular burada olmasın diyor ve kıskanıyorlar.

Alem FM’i Mansur El Sabah’tan tanıyalım?
Cümle âlemin sesi olan bir radyo, hiç bir zaman sağ olsun, sol olsun, hiçbir yana tavır almayan karşı da tavır almayan düşüncelerini hür ve özgür bir şekilde ifade eden radyodur. Atatürk’ün de söylediği gibi basın hür olacak, milletin sesi çünkü (fikri hür, vicdanı hür). Bizim radyomuz Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü koruyucu, Atatürk devrim ve ilkelerine her zaman bağlı, Atatürk’ün göstermiş olduğu uygarlık yolunda olan, milletiyle, milliyetiyle, diniyle hiçbir problemi olmayan, milli ve manevi günlerde yayınlarına hassasiyet gösteren bir radyodur. Mesela bir şehit olduğun da yayın akışını ağırlaştıran konularını o yöne çeken ve Türkiye’nin değerlerine sahip çıkan bir radyodur.

  FOTOĞRAF GALERİSİ
   
 
 
 
 
 
   
 
 
  Bugün 2 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı!
webista.net
AYGÜN
 
 
Etiket Bulutu
ayvadereliler zuvas yaylasi arkuri işistiyorum arakliarakli aholi arakli-tv koyunculumahallesi arakli- çenesuyupendik aygüntesisat araklihaber aho tv arakli da kullanılan yöresel deyimler ayvadere köyü sosyal ve yardımlaşma derneği musafir defteri e-devlet linkleri kaşıkçı araklı ayvadere köyü aho video tarih arakli belediyesi sutesisatci ahopeyniri ahoköyü sürmeneahopeyniri arakli tilki beli mesire yeri trabzonspor digitürkpendik arakli aho peyniri su tesisatı hakkında araklı spor araklı mahalli idareler mehmet aygün haydikaradenize sıhhı tesisat malzemeleri lavoba klozet takımları laz lazca musluklar pissu malzemeleri su haberleri aholu ürün listemiz mansurelsabah bambumobilya doğalgaz tesisati trafikmagandasi mansurelsabah söyleşi antenlere sarı kurdele radyonun içindeki adam mansur neşriyat rumeli kavağı resimleri türkiye cumhuriyeti milliyet gazetesi mse son kitabı trabzon trabzonspor tulum video videosu volkan konak yayla yusuf cemal keskin zonguldak çaycuma çaykara çorum ünlüler şarkı sözü
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol